ANILARA YOLCULUK 5
41. BAKKALLARDA BENZİN SATIŞI: Gaz sobalarının yoğun olarak kullanıldığı 70’lerde ve 80’lerde mahalle bakkallarının kuytu köşelerinde, altlarında muslukları olan silindirik gaz depoları vardı. Bakkala ellerindeki plastik bidonlarla giden vatandaşlar, bunlara 6-12 litre arası gazı doldurtarak evlerine götürürlerdi. Muslukları sürekli damlatan bu depolar yüzünden bütün bakkalların içi kesif bir şekilde gaz kokardı. 70’lerin sonundaki akaryakıt darlığı yıllarında ise, bakkalların önünde yoğun kuyruklar oluşur, kişi başına 6’şar litreden fazla gaz satılmazdı (1978-80 arası).
42. BANKA REKLAMLI BANKLAR: Bankalar reklam amaçlı olarak, şehrin parklarına, sahillerine ve belli başlı merkezlerine sırt dayama yerlerinde kendi isimleri yazılı, ağırlıklı olarak sarı renkte tahta banklar koyarlardı. Belediyenin üzerinde oldukça büyük bir malî külfet olan bankları üstlenen bankaların bazıları, 1980’li yılların sonunda kapanmalarına rağmen hâlâ şehrin bazı yerlerinde isimlerini taşıyan banklara rastlanmaktaydı.
43. BANKERLER: 1980 ihtilâlinden hemen sonra kurumsallaşan sektörlerden biri de “Bankerler” olmuştu. Eskinin kurt tefecilerinden oluşan bu kurumlar, “Kastelli”, “Bako” gibi isimler almışlar, hatta bazıları gazete ve televizyona dahi reklâmlar vermeye başlamışlardı. Bu reklâmlarda, o dönemin ünlü sanatçı ve artistleri rol alıyordu. İyiden iyiye prestij kazanmaya başlayan bankerlerin hedefleri ise ortaktı: Halkın birikimlerini çok yüksek faizler karşılığı toplayarak işletmek... Evdeki hesabın çarşıya uymaması sonucu bir-kaç yıl içinde tüm bankerler teker teker iflâs ederek, topladıkları paralarla yurtdışına kaçmaya başladılar. Kendilerine vaadedilen (yıllık %100, %150 gibi) çılgınca yüksek faizlerden nemalanmak hayalindeki bir kısım vatandaş da, birbiri ardınca dolandırılmanın şokunu yaşamaya başladılar. Kaçan bankerlerin çoğu yakalanamadı, yakalananlar ise bir süre hapis yattıktan sonra salıverildiler. Olansa, kandırılan vatandaşın birikimine oldu.
44. BİT SALGINLARI: 1970’ler ve 80’lerin ortalarına kadar, özellikle ilk ve ortaokul öğrencileri arasında yaygın olarak bit salgını görülürdü. Bir çocukta üreyen bit, çok kısa zamanda sınıftaki diğer çocuklara da sıçrardı. Öğretmenler tarafından periyodik aralıklarla öğrencilerin başlarında bit kontrolü yapılarak, şüpheli olanlar, saçlarının arasında sirke adı verilen bit yumurtasına rastlananlar derhal evlerine gönderilirlerdi. Bitleri yok etmek için tek çare, çocuğun "0" numaraya vurulmuş başının DDT adlı ilâçla iyice yıkanmasıydı. Genellikle kalabalık ve taşralı ailelerde rastlanan bit, bir süre sonra zengin-fakir ayırdetmeksizin tüm çocuklara bulaşırdı.
45. BİZERBA TARTILAR: Bakkal, kasap ve manavlarda en çok rağbet gören tartı “Bizerba” lardı. Bunlar daha çok beyaz, kısmen de açık yeşil ya da mavi renklerde imal edilmişlerdi. Bunların önünde diklemesine bir ayak üzerinde iki yüzü de camlı silindirik bir disk bulunurdu. Diskin iki yüzünde de ağırlık göstergeleri olup, skala iki tarafta da aynı şekilde çalışırdı. Böylece hem müşteriye hem de satıcıya dönük olduğundan, iki taraflı kontrol edilebilme imkânını sağlarlardı. Bu ön göstergeye bağlı olan tartı bölümü de hemen arkasında yatay şekilde durur, haznesi dükkânın sattığı ürünün türüne göre kenarlıksız ya da kap şeklinde olurdu. Ağırlık arttıkça satıcı, tartının yanındaki silindir büyük düğmeyi ekseni etrafında çevirerek kilo göstergesini ilerletebilirdi. Sonraki modellerinde göstergenin dairesel şekli değişerek, ters duran üçgen şeklini aldı. İnce düşünceli kimi satıcılar, tartmadan önce skalayı “–10” grama alırlar, böylece tartım esnasında ürünün içine ya da üzerine konulduğu ambalaj kâğıdı veya kutusunun ağırlığını hesaptan düşerek, hakkaniyet ölçülerinde çalışırlardı.
46. BONMARŞELER: Fransızca “Bon marché” kelimesinin okunuşu olan bonmarşeler, 60’lı ve 70’li yılların İstanbul’una damgasını vuran çok amaçlı satış mağazalarının ortak adıydı. Çoğunlukla Sirkeci, Sultanhamam, Karaköy, Beyoğlu ve Şişli’de yaygındılar. Bu mağazalar birkaç katlı binanın tümünü kaplarlardı. Her katında farklı ürünler satılırdı. Giyim-kuşam, hediyelik eşya, ev eşyaları gibi. Son yıllarda sadece konfeksiyon ağırlıklı olarak hizmet veren bonmarşeler, yıllar içinde alternatif satış mağazalarının açılmasıyla birlikte gözden düştüler ve 80’li yılların başında birer birer kapandılar.
47. BURDA MODEL DERGİSİ: Orijinal adı “Burda Moden”di. Alman menşeliydi. O yılların şartlarına göre çok kaliteli parlak renkli ofset baskılı, incecik yaprakları olan bu dergi, kadınlar için biraz da statü sembolü olarak görüldüğünden ötürü, misafir odalarındaki sehpaların görünen kısımlarına serpiştirilirdi. Ayrıca doktorların ve kuaförlerin bekleme salonlarında da Burda’ların eski sayıları atılmayarak sehpaların üzerinde biriktirilirdi. Aylık derginin içinde, içinde bulunulan mevsimin Avrupa modasını vurgulayan manken resimleri ve altlarında da Almanca açıklamalar bulunurdu. Türkler tabii ki çoğunlukla bu açıklamaları anlayamamakla birlikte resimleri detaylı bir şekilde inceleyerek, pratik zekâlarının da vermiş olduğu bir kabiliyetle mankenin üzerindeki elbisenin aynını ivedi bir şekilde dikiverirlerdi. Sonradan derginin içine sarı sayfalardan oluşan, bir formalık Türkçe açıklayıcı ekler de konulmaya başladı. Derginin sonlara yakın sayfaları çocuk giyimine yönelikti. En son sayfalarda ise iştah kabartıcı, sanat eseri gibi süslenmiş yemek resimleri ve de altlarında bu yemeklerin nasıl yapılacağı yine Almanca olarak yer alırdı.
48. CAMİLERDE KARŞILIKLI ÇİFTE EZAN: Eskiden bilhassa Cuma, Kandil, Arefe gibi dinî günlerde büyük camilerde (ağırlıklı olarak Selâtin camilerde) ezanlar iki ayrı minareden, yankılı olarak okunurdu. Birinci müezzin ezanın bir bölümünü okuyup bitirdiği anda, diğer minaredeki müezzin aynı bölümü farklı bir makamdan okumaya başlar, ezan bitene kadar karşılıklı olarak devam ederdi. 2 ayrı müezzinin bu birbirini takip eden karşılıklı okumaları, uzaklardan sanki yankı hissi uyandırırdı insanda... 4 minareli camilerde ise, kimi zaman 4 ayrı minareden 4 müezzin tarafından okunan ezanlar da olurdu. Hiç susmadan, caminin etrafındaki 4 minareyi de çepeçevre dolaşan bu özel ezan okuma tarzı, artık günümüzde uygulanmamaktadır.
49. CEMSE: 50’lerdeki Amerikan Marshall yardımı çerçevesinde, İkinci dünya Savaşı’nda kullanıldıktan sonra miadı dolan askerî jipler, kamyonlar ve otobüsler Türkiye’ye yollanmıştı. Bunların içinde bir çeşidi vardı ki, bunlar Türkler’in mükemmel fonetik dönüşüm yapabilme kabiliyetlerinin bir ürünü olarak yıllarca “Cemse” olarak anılan “G.M.C.” marka araçlardı. “General Motors Corporation” kelimelerinin baş harflerinin okunuşu; “Ci-Em-Si” olduğundan, halk arasındaki telâffuzu yuvarlatılarak “Cemse”ye çevrildiler. Bundan böyle nerede bir askerî kamyon görülse, ona askerî cemse (ya da sadece cemse) denilmeye başlandı.
50. DAVLUMBAZLAR: Vapur yolculukları o yıllarda yoğun bir şekilde yapıldığından dolayı, iskelelerde iniş-binişlerde aşırı yığılmalar meydana gelirdi. Bu tıkanıklığı önlemek için merkezî iskelelerde, vapurun üst katında bulunan çıkış kapısının hizasına dek gelen, iskeleye sabitlenmiş bir merdiven ve genişçe bir sahanlıktan oluşan “Davlumbaz”lar monte edilmişti. Üst katta seyahat eden yolcular vapuru boşaltırlarken, alt kata inmeye gerek kalmadan bulundukları katın çıkış kapısının yanına denk gelen davlumbazı kullanırlar, böylece vapur iki misli hızlı bir şekilde boşaltılmış olurdu. Dubalı Karaköy iskelesinin ise ikinci katı, her iki yanından da komple davlumbaz görevi görürdü. Yolcu sirkülasyonu 80’lerin ortalarından itibaren düşünce, aşırı yoğunluk olmadığından dolayı vapurların üst kapıları açılmamaya ve davlumbazlar da kullanılmamaya başlandı.
- Kungfu dizisi.
- Turbo, Halley, Nike (sadece zengin cocuklarinda vardi) Eagle markali bogazli spor ayakkabilari giyip disarida hava atmak.
- Sari Mekap yari spor yari iskarpin ayakkabilar. Ustu bez rengarenk espa ayakkabilar
- Onunde Joe yazan ve malum kopegin resmi olan tisortler. 1979 lar
-Le cupper kot pantolon reklmlari ve kendisi tabiki
- Elektronik saatlerin ilk ciktigi yillarda casio marka dijital saatler.
- Dijital saatli kalemler.
- Kalem pillerle calisan buyuk, kalin hesap makineleri.
* Erol Günaydın ve küçük bir çocuğun oynadığı trafik kurallarını öğretmek için hazırlanmış olan kısa filmler.
* Ayşegül ve Ali Atik in oynadığı yine eğitim amaçlı, meşhur fiş filmi. Önce alışveriş sonra fiş.
* Robot çizgi filmlerinden Lazeryon ve Voltran (beş aslanın birleşmesinden oluşan efsane robot)
* Gerçi daha sonradan da yayınlandılar ama Şirinler, Donald Amca (Donald Duck), Mickey Mouse, Pluto, HE-MAN. Yanılmıyorsam Cumartesi sabahları çıkardı .
* Adını ve tadını unutamadığım Okey çikolatası.
* Eti'nin piyano çalan ve şarkı söyleyen kızlı reklamı. Şarkının sözleri
* İçinden futbolcu resmi çıkan 25 TL ye aldığımız Goal sakızı
* İlkokulllarda giyilen siyah önlükler
51. DUVAR KÂĞITLARI: 70’ler ve 80’lerde evlerin duvarlarını yağlıboya veya badana yapmak yerine, özel olarak üretilmiş duvar kâğıtlarıyla kaplatmak modası başgösterdi. Birer metrelik enlerde rulolar halinde satılan, ön yüzleri hemen her tür deseni ve rengi barındıran kâğıtlarla evlerin odaları kaplanmaya başladı. Boyaya göre çok daha hızlı bir şekilde biten bu kaplama tekniği, ilk başta cezbedici görünse de bir müddet sonra ek yerlerinde oluşan hava kaçakları yüzünden şişmeye başlayan kâğıtların parçalar halinde kendilerini salması neticesinde, çoğu evde istenmeyen görüntülerin oluşmasına neden olmaktaydı. Vadesi dolan kağıtları sökmek zahmetine katlanmayan birtakım uyanık evsahipleri, eskisinin üzerine yeni ruloları yapıştırır ve duvarın kaplaması gittikçe kalınlaşmaya başlardı. Pek de pratik olmadıkları yıllar sonra anlaşıldıktan sonra, evlerde yeniden klasik duvar boyasına geri dönüldü.
52. “EBÜÜÜVEE” ARABA KORNALARI: 70’lerin sonundan itibaren on yıl kadar modası süren ve halk arasında “ebüve” olarak tanınan bu kornalar, aynen ismi gibi ses çıkarırlardı. Aslında 1930’lu yılların Amerikasında kullanılan otomobillerin sahip olduğu bu korna, her nedense 70’lerde yeniden moda oldu ve tüm İstanbul sokakları inek böğürmesiyle eşek anırması arası bir sesi andıran bu zevksiz, itici kornayla muhatap olmak zorunda kaldı. Araçlarına bu kornadan taktıranlar birtakım aklıevvel şoförler, sessizce giderken birden böğürmeye başlayarak, yoldan geçenlerin korku ve endişe ile kenara kaçılmasına neden olurlardı.
53. EL ARABALI ÇÖPÇÜLER: Sokak aralarında çöp kamyonlarının geçmediği günlerde dolaşan tahta el arabalı çöpçüler olurdu. Bunlar, düşük bir ücret karşılığında evlere ara toplama hizmeti vermekteydiler. Çöpü fazla biriken ev kadınları, küçük bir bahşişle birlikte çöplerini belediyede kadrolu olan, resmi kasketli, kahverengi elbiseli bu temizlik görevlisine verirlerdi. El arabasının mümkün olduğunca fazla atık toplayabilmesi için çöpçüler, arabanın haznesinin yanlarına, birbiri üzerine bindirilmiş teneke levhalar, kalın kartonlar ve mukavvalar sokuşturarak, haznenin kapasitesini olabildiğince yükseltirlerdi. Ayrıca ellerindeki kalın çalı süpürgeleriyle, göstermelik olarak kaldırım kenarlarını süpürürlerdi.
54. POSTA KUTULARI-1: Mektupla haberleşmenin revaçta olduğu 60’lar, 70’ler ve kısmen de 80’lerin ortalarına kadar, şehrin belli noktalarında duvarlara monte edilmiş, bazen de demir bir çubuğun ortasına oturtularak yol ortasına sabitlenmiş sarı renkli posta kutuları vardı. Bunların üstlerinde mektup zarfının atılabilmesi için yatay ve uzun bir gözü vardı. Deliğin önü boylu boyunca, sadece içeri dönebilen küçük dikey metal çubuklarla kapatılmıştı. Bu uygulama, insanların ellerini kutunun içine sokarak biriken mektupları almasını önlemek içindi. Kutunun üzerinde, içinin hangi günler ve hangi saatlerde açılarak biriken mektupların toplanacağını gösteren uyarı yazıları olurdu. Eğer kutu henüz açılmışsa, açılma vakti daha gelmemiş olan başka bir posta kutusuna mektup atılır, böylece günden kazanma yoluna gidilirdi.
55. POSTA KUTULARI-2: Telefonun yaygın olmadığı 70’lerde firmalar gazete ve radyo reklamlarında, kendileriyle irtibat kurulabilmesi için, telefon numarası yerine “Posta Kutusu” numarası verirlerdi. Her firmanın posta kutusu numarası farklı olurdu ve numaradan sonra kutunun bağlı olduğu PTT’nin adı verilirdi; “Posta kutusu 128 - Pangaltı - İstanbul” gibi... Mektuplar bu adrese yollanırdı. Çok nadir olmakla birlikte, özel adreslerini vermek istemeyen kimi şahıslar da bazen posta kutusu kiralarlardı. Bunlar genellikle artist ve şarkıcılardan oluşurdu.
56. YARIM EKMEK SATIŞI: 70’lerde ekmekler 300 gram ve daha fazla gramajlarda üretilirlerdi. Bakkallar bu büyük ekmekleri keserek de satarlardı. Müşteriler yarım, birbuçuk, ikibuçuk gibi oranlarda ekmek alabilirlerdi. Ancak, ekmek vitrininde daha önceden kalan yarım ekmek varsa, kesilen yüzü biraz sertleştiğinden pek satın alınmak istenmez ve bakkaldan yeni bir bütün ekmeği ikiye kesmesi talep edilirdi. Yarım ekmek satışını fırınlar pek uygulamazlardı. 80’lerde ve sonrasında, ekmeğin gramajı oldukça düşürüldüğünden ve tam ekmekler neredeyse eskinin yarım ekmeğinin ağırlığına indiğinden -ve insanlar daha bir kibarlaştığından (!)- yarım ekmek istenmez oldu. Herkes tam ekmek satın almaya başladı.
57. KİBRİTLİKLER: Evlerde, gelen misafirlerin kullanması için sehpaların üzerinde, 4, 6 ya da 8 kibriti kutusundan oluşan kibritlikler vardı. Bunlar genelde kübik kesilmiş iki ince suntadan oluşur, suntaların arasına kibrit kutuları belli şekillerde estetik olarak sokulur, suntaların aralarından sadece kibritin kartondan çekmecesinin dışı görünürdü. Çekmecenin açılması için kibrit kutusunun içinden kırmızı bir kurdele geçirilir, ucu da kibritliğin dışına sarkıtılırdı. Kurdele kenarından tutulup çekilince, kibrit kutusunun çekmecesi açılırdı. Sunta kutuların dış yüzlerine de İstanbul manzarası, çiçek, hayvan ya da bebek resmi kesilerek yapıştırılırdı. Hemen her yerde satılan enteresan eşyaları, el becerisi kuvvetli olanlar kendileri de yaparlardı. Daha kaliteli olanlarında, verniklenip cilâlanmış tahta ya da metal malzemeler de kullanılır, üzerlerine de kabartma şekiller işlenmiş olurdu.
58. TAHTAKALE (KAZAN) SİMİDİ: Şehrin sadece merkezî noktalarında ve ağırlıklı olarak da Sirkeci, Bahçekapı, Eminönü, Mahmutpaşa, Köprü ve Karaköy civarlarında satılan bu simit, Meşhur Tahtakale Fırını’nda imal edilirdi. Özelliği, fırında değil kazanda pişirilmesi olduğundan bu isimle anılırdı. Diğer simitlerden en büyük farkıysa susamsız olmasıydı. Üzeri parlak altın sarısı renkte ve oldukça gevrek olan bu simide tuz ya hiç katılmaz, ya da eser miktarda katılırdı. Günümüzde sadece Bahçekapı civarında bir-iki yerde satılmaktadır.
59. ŞEMSİYE ÇİKOLATALAR: Bakkallarda, kapalı bir şemsiye görünümünde ve dibinde plastik şemsiye sapı bulunan çikolatalar satılırdı. Bu şemsiyelerin üzerleri yeşil, mavi ve kırmızı gözalıcı renklerde ince baraklarla kaplıydı. Çikolata bittikten sonra, nedense -hiçbir işe yaramayacağı halde- baston şeklindeki renkli sapları atılmaz biriktirilirdi. Albenisinin altındaki çikolatanın tadının ise aynı kalite ve güzellikte olmadığı bilindiği halde, yine de çocuklar tarafından sevilerek tüketilirlerdi.
60. ŞEFFAF ŞEMSİYELER: 1970’li yılların ortalarında moda oldular. Şemsiye açıldığında, çan şeklinde bir görünüm alır ve kenarları omuzları tamamıyla örterek belin üst kısmına kadar inerdi. Bu şemsiyelerin en büyük özelliği ise, tamamıyla şeffaf malzemeden yapılmış olmalarıydı. Kullanıcılar, yağmurda ıslanmaktan tecrit edilmiş bir şekilde, etraflarını rahatça görerek gezinmenin zevkine varırlardı. Tek dezavantajları ise, içlerinde sigara içilmeye pek müsait olmamalarıydı. Son çıkan modellerinde, ön taraflarında bir ya da iki ufak delik açılmış olanlarına da rastlanırdı.
61. ŞARKI SÖZÜ SATANLAR: Günün popüler şarkı ve türkülerinin sözlerinin yazılı olduğu tek yapraklı sarı kâğıtlar satan şarkı sözü satıcıları vardı. Bunlar sokak aralarında ve vapur, tren gibi toplu taşıma araçlarında, bir yandan kâğıttaki son çıkan aranjmanları (o yıllarda şarkılara verilen isimdir) söylerler, bir yandan da çok ucuz fiyata, ellerindeki güfte listesini ilgilenenlere satarlardı. Çoğunun da sesi güzel olurdu. Bütün şarkıları sektirmeden söylerlerdi. Kâğıtlar genellikle teksirle çoğaltıldıklarından ispirto kokarlardı.
62. STEPNELİ OTOMOBİLLER: 50’li ve 60’lı yıllardan kalma otomobillerin arka kaputlarının üzerinde, yatay olarak yedek bir lastik oturtulmasına müsait stepne yatakları olurdu. Arabanın markasına göre, bazı stepne yatakları kapalı bir daire şeklinde, bazıları ise lastik görünecek şekilde açıkta olurlardı. Herhangi bir lastik patlamasında hızlı müdahaleye olanak veren bu yedek tekerlekli otomobil modelleri 80’lerden itibaren yok oldular. Bilhassa Dodge ve DeSoto marka otomobiller bu türdendi ve de renkleri ağırlıklı olarak baştan aşağı siyahtı.
63. LÂĞIMCILAR: Sokak aralarında bağırarak dolaşan “Lâğımcılar” vardı. Bu esnaf takımının arkasında büyükçe bir heybe olur, heybenin içinde de lâğım açmaya yarayan kazma, kürek, pompa, çeşitli çap ve boylarda tahta ve demir çubuklar ile bol miktarda paçavra bez bulunurdu. "Leaa-aaam-cuu" şeklinde, kendilerine özgü bir bağırışları vardı bu meslek erbabının. Sesleri duyulunca derhal tanınırlardı... Gideri tıkanmış bir evin mevcut sorununu, ellerindeki saydığımız basit araçlarla pratik ve hızlı bir şekilde gidermekte ustaydılar.
64. “LAK LAK” LAR: İki ucuna yumurta büyüklüğünde küre şeklinde, tahtadan iki top takılmış 20 santim uzunluğunda bir ipten ibaretti. 80’li yılların başından itibaren çocuklar ve gençler arasında moda olan laklakların ipi ortasından işaret ve orta parmağa sarılarak sabitlenir, ardından el yukarı-aşağı hızla hareket ettirilmeye başlanırdı. Toplar elin bir üstünden bir altından sürekli birbirlerine çarparak 180 derecelik bir yay izlerler ve “lak”, “lak” şeklinde sesler çıkarırlardı. Amaç, bir defada en çok çarpmayı gerçekleştirebilmekti. Sesi tekdüze ve çıldırtıcıydı. Dikkatli ve periyodik vurdurulmadıkları taktirde, el parmaklarına çarparlardı. Neticede, sinirbozucu bir salgındı.
65. TRİPORTÖR: Bunlar, adından da anlaşılacağı gibi (three / tri: üç) 3 tekerlekli ve direksiyon yerine gidonla kumanda edilen çok enteresan taşıma araçlarıydı. Ağırlıklı olarak; “Arçelik” marka olan triportörlerin sürücü kabinini önünde tek bir tekerleği vardı. Bu tekerlek gidona bağlıydı. Sürücü kabinin tam ortasına otururdu, yanında da sağlı sollu birer kişinin oturabileceği yer kalırdı. Eni normalden daha dar olduğundan ötürü, tek bir farı ve yine tek bir sileceği bulunurdu. Çalışırken çıkardığı sesler, bir motosikletin sesiyle aynı tınıyı verirdi. Bu araçların arkasındaki kasaları, kimi modellerde açık, kimilerinde tenteyle örtülü, kiminde ise metal örtüyle kapatılmış olurdu. PTT’nin araç kadrosunda, arkası kapalı çok sayıda sarı renkli triportör 1980’lerin ortalarına kadar hizmet verdi. Bunlar daha çok posta ve telgraf taşıma işlerinde kullanılırlardı.