ANILARA YOLCULUK 3
31. AKŞAM GAZETELERİ: 60’lı ve 70’li yıllarda radyo yayınları kısıtlı olduğu ve televizyon da olmadığı için gazeteler çok önemliydi. Gündüz satılan gazetelere alternatif olarak akşama doğru 15-16’dan sonra “Akşam” gazetesi adıyla bazı gazeteler basılır
Alman kale, Japon kale futbol oyunlari, mahalle maçları,
Telli oyuncak arabalar, gazoz kapak, misket, kuyu oyunları
kağıt oyunlari, seksek, ip atlama, çelik çomak, saklambaç, ortada sıçan, mendil kapmaca, ip oyunları,
Uzay silahları benzeri oyuncaklar, su tabancası, topaç, uçurtma, bumerang,
elim elim öpelek, portakalı soydum cinsi tekerlemeler, bol bol elektrik kesintilerinin vazgeçilmezi gölge oyunlari,
Orta oyunları, kavuklu ile pişekarlar, karagöz-hacivatlar <bu da mı nostalji ne acı>,
Ağızda patlayan şeker, elma şekeri, horoz şekeri, leblebi unu, 50 gr. çekirdek <harçlığı ekonomik kullanma yöntemleri>, pamuk şeker, Osmanlı macunu, Vefa bozası, Elvan Gazozu, alaska dondurması,
Dönen salıncak,
Patlayici maddeler; çatapat, kız kaçiran, havai fişek vb.
Deli Yılmaz; mahallemizin mümtaz şahsiyeti. Cocukların hayranliklarini, korkudan bembeyaz kesilmis yuzleri ile ifade ettigi ve gül yerine taş yağmuruna tuttuklari şahsiyet..
Boruyla ince uzun koni seklinde mermiler yapip üflediğimiz isim bulmakta zorlandigim atıcılık oyunu,
Ufak çöplerle araba lastiklerinin havalarini indirme operasyonlari,
Kobay olarak görülen solucanlarla, çekirgelerle, kertenkelelerle, kaplumbağalarla, kurbağalarla çeşitli tıbbi ve biyolojik operasyonlar gerçekleştirme,
sinek yakalayıp örümcek ağlarına birakarak bu sürecin takip ve ögrenilmesi..
sapanla kuş avcılıği,
Tornetle kayma, eşekle dağ bayır gezme,
Koyun, inek vb. sağma girişimleri,
Katma değer vergisi, ve vergilerin bize elektrik. yol, su vb. olarak geri dönmesi,
Ulusa sesleniş konuşmaları,
40 mumluk ampuller, kalemtraşlar, kokulu silgiler,
Yakaların boğazı kesmesi,
Giysilerdeki farklılıklar, saç, sakal modaları, bıyık vb,
Babamin demir bir çubuğu kaynakla pota haline getirmesi, buna bir de file uydurmamiz ve beni basketbole ısındırdıgi o çengelli pota,
2. sınıf karne hediyem 64 kilobayt hafızalı Commodore 64 bilgisayar <sene 88>
Basic isletim sistemi, kasetle yüklenen oyunlar, yükleme esnasinda ekranda beliren renkli çubuklar, ilk programcilik deneyimleri sayı tahmini oyunu vs.,
hala evimin bir kosesinde olup atmadigimdan emin oldugum Cin Ali serisi, ne maceralardı,
1)Kalaycilar
2)Su kupleri
3)Tasdelenden damacana ile su getiren atli su arabalari
4)MIGROS satis kamyonlari
5)Yazlik Tramvaylar
6)Cumartesi mesaisi.
7)Kirmizi Deri super rahat koltukli,tavanlarindan hakiki kristal avizeler sarkan Bagdat Demiryollarindan hatira sato yavrusu gibi Haydarpasa-Pendik banliyo treni vagonlari.
(Bir ara Ataturkun vagonunuda banliyo trenlerinde kullandilar ama isin bu gun Istanbulda yasayanlara cok ters gelecek yani,hic kimse bu vagonlardaki cok degerli esyalaei ne calmaya ne de parcalamaya calisiyordu !)
8)Bahcelerden sokaklara tasan sumbuller
21. FACITLAR: 70’li ve 80’li yıllarda muhasebecilerin, özellikle de bakkal dükkânlarının değişmez elemanlarından olan “Facıt”ler, sağ yanında bir çevirme kolu ve üzerinde tuşlar olan enteresan hesap makineleriydiler. Bakkal, Facıt’ın tuşlarına bastıktan sonra, yanındaki kolu ileri-geri birkaç kez seslice çevirir, tekrar tuşlara basar, yeniden kolu çevirir ve bu işlemler zinciri, hesaplanacak tüm kalemler tamamlanana kadar sürüp giderdi. En son işlemden sonra üzerinden yazarkasa fişi gibi bir kâğıt çıkartırdı. Hesaplayan kişi bu fişe bakarak, alışverişin ederini söylerdi. Sadece toplama-çıkarma yapabilen ve günümüz koşullarında çok ilkel sayılabilecek olan Facıtlar, o dönemlerin pratik ve teknolojik aletlerindendiler.
22. GELİN ARABASI SÜSLERİ: 70’li yıllarda evlenme törenleri başından sonuna kadar, zengininden fakirine kadar olabildiğince şaşaalı kutlanması gerektiğine inanılan törenlerdendi. Bu yüzden gelin arabalarının hemen her yeri (kapı tutacaklarından, sileceklerine, çamurluklarından ön kaputun üzerine kadar) süslenmeye çalışılırdı. Gelin arabalarının olmazsa olmaz başlıca süsü ise, otomobilin ön kaputunun ön ortasına oturtulan, gelinlik giydirilmiş oyuncak bir kız bebekti. Aracın ön kapılarıyla ön camı arasına sıkıştırılmış rengârenk iki kurdela iki taraftan üçgen oluşturacak şekilde gerilir ve oyuncak bebeğin bacaklarının arasında sabitlenirdi. Gelin arabasının -şanından olsa gerek-, nikâh törenine gidiş ve gelişinde aşırı sürat yapmasından ötürü, kaputun üzerindeki bebek çoğunlukla yolda savrularak düşer ya da oluşan rüzgârdan yamulur, eciş-bücüş olurdu.
23. HİPPİLER: 1968 yılında dünyada esen serbestlik rüzgârının yansımaları olan “Hippiler (Hippy)”, 70’lerde uzakdoğu orijinli dünya gezilerine çıkmaya başladılar ve Hindistan, Nepal, Katmandu gibi Budizm ağırlıklı yerlere ulaşmak için rotalarını genelde Türkiye üzerinden çizdiler. Kendilerine “Çiçek çocukları”, “Barış elçileri” gibi enteresan isimler veren Batı Avrupa’nın ve Kuzey Amerika’nın işsiz, parasız entel gençleri, volkswagen marka minibüslere doluşarak İstanbul’a geldiler ve uzun yıllar Sultanahmet’i kendilerine buluşma yeri seçerek, burada ucuza konaklamaya başladılar. Uyuşturucu ağırlıklı bir yaşam tarzı süren ve garip giysiler giyerek sürekli şarkı söyleyen, çalışmayan, üretmeyen bu akımın temsilcilerine tüm dünyada olduğu gibi bizde de Hippi denildiği gibi, İstanbul halkı tarafından kendilerine ikinci bir isim daha takıldı; “Bitli turist”... Sultanahmet semti de bundan nasibini aldı ve adı; “Bitli Sultanahmet” oldu uzun yıllar... Hippilik akımı 1980’lerin başında yokoluş sürecine girince, hippiler de İstanbul’u terketmeye başladılar.
24. KAĞIT KÜLAH FIRLATMA BORULARI: Çocukların, nalburlardan ortalama 30 santim uzunlukta kestirerek satın aldıkları gri renkli, sert plastik su boruları, 70’li ve 80’li yıllarda, onların hain emellerine alet olan bir silâh şeklinde kullanıldılar. Cephaneleri, defterlerinden kopardıkları dikdörtgen kâğıtlar olup, çocuklar bunları bellerindeki kemere tomar halinde tuttururlardı. Açık kalmış bir pencere gördüklerinde derhal bu tomardan bir kâğıt koparıp, ucu sivriltilmiş bir külâh haline getirerek borunun ucuna sokarlar ve ardından da nişan aldıkları istikamete doğru üflerlerdi. Külâh ok gibi borunun öbür ucundan fırlar ve pencereden içeriye hızla girerdi. Bu oyun, genelde yaz tatillerinde çocuklara müthiş zevk veren bir eğlence olmakla birlikte, onca işleri arasında misafir odalarını doldurmuş bu davetsiz misafirleri toplayarak imha etmek zorunda kalan ev kadınları için aynı şey söylenemezdi. İstanbul’un otuz dereceyi aşan bunaltıcı günlerinde kamışlı hain veletler uzaklaşana kadar mecburen camlar kapatılırdı. Bazen de çocuklar kendi aralarında gruplar oluşturarak birbirleriyle külâh savaşı yaparlardı. Daha azgınca olanları kâğıt külâhın sivri kısmının ucuna bir de toplu iğne sapladıkları için birtakım istenmeyen kazalar da meydana gelirdi.
25. LEBLEBİ TOZU: Mahalle bakkallarında “leblebi tozu” satılırdı. İşaret parmağı uzunluğunda ve kalınlığındaki şeffaf torbalara doldurulmuş şekerli leblebi tozları, çocuklar tarafından çok sevilen ve genelde yenmek üzere değil de, ağıza tümüyle doldurulduktan sonra karşındakine hızla püskürtülmek için satın alınan bir gıda maddesiydi. Eğer ağızda fazla tutulursa, boğaza fena halde kaçar ve uzun süre öksürtürdü. Boğulmak üzere olan çocuğunu farkeden telâşlı ebeveynler tarafından çocuk güzelce dövülür, leblebi tozunun kalan kısmı derhal çöpe atılırdı.
26. LÜTFEN SAYFAYI ÇEVİRİNİZ: Çoğu derginin sağ sayfalarının en altında; işaret parmağı ileriye doğru uzanmış küçük bir el işaretinin yanında, sayfayı çevirmemiz gerektiğini belirten uyarıcı (!) bir yazı olurdu. Yazının devamının nerede olduğunu bilemeyip bocalayabilecek zekâ düzeyindeki okuyucular baz alınarak hazırlanmış olması muhtemeldi. Kimi dergiler işi iyice abartır ve tüm sağ alt sayfalarına -istisnasız- bu uyarı yazısı ile işaret parmağını koyarlardı. Artık okuyucuların herhangi bir yardım görmeksizin sayfa çevirebilme yetenekleri geliştiğinden olsa gerek, günümüzde dergilerde ve gazetelerde bu tür ibareler konulma gereği hissedilmemektedir.
27. MIZIKALAR: 60’larda ve 70’lerde çocuklara alınan hediyelerin başında –her nedense- mızıka adı verilen müzik aletleri gelmekteydi. İnce uzun dikdörtgenler prizması şeklinde olup, uzun kenarlarından birinde üflendiğinde ses üretmeye yarayan, iki sıralı küçük karelerden oluşan delikleri olan bu acayip aleti hakkıyla çalabilen tek bir çocuğun dahi olmadığı, yapılan ısrarlı gözlemler sonucu görülmüştür. Dudaklar arasında hızla sağa-sola hoyratça çekilirken kuvvetlice deliklerine ileri-geri üflendiğinde, kapı gıcırtısına ya da kuyruğu kapıya sıkışmış kedi sesine benzer baydırıcı nağmeler üreten bu Amerikan kovboy çalgısının hediyelik eşya olma şanssızlığı 80’li yıllardan itibaren sona erdi.
28. MİNİBÜS MUAVİNLERİ: Minibüslerin idarî kadrosu, şoför ve yardımcısı olan “Muavin”lerden ibaretti. Bu şahısların görevi ücret toplamak ve yolculuk boyunca aracın kapısını yarım açıp kapıya asılarak çığırtkanlık yapmaktı. Aracın gideceği hemen tüm durakları bir çırpıda bağırarak sayan ve çoğunlukla yaşları 15-25 arası gençlerden oluşan muavinler, bellerine asılı deri para çantaları taşırlardı. Pratik ve hesapta becerikliydiler. Gözlerinden kaçan yolcu olmazdı. 1985’den sonra muavinler yasaklandı ve her minibüste sadece tek bir şoför olmasına karar verildi.
29. MOTOSİKLET KABİNLERİ: Motosikleti olanların yarısından çoğunun bir de kabini olurdu. Motorun sağ tarafına bağlanıp çıkarılabilen bu kabinler kapısız ve tek koltukluydular. Sadece sağ taraflarında tekerlekleri olurdu. Önlerinde rüzgâr kesici bombeli bir de camları vardı. Kabinin arkasında da küçük bir bagajları bulunurdu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi askerlerinin sıkça kullandığına filmlerde şahit olduğumuz bu dual araçlar, İstanbul’da genellikle motoru kullanan şahsın eşini ve çocuklarını taşıma görevi üstlenmişlerdi. Kabinin ağırlığından dolayı hızları yarıyarıya düşse de, dengeleri durdukları zaman da bozulmadığından dolayı, daha güvenli bir havaları vardı. Yağışlı havalarda üstleri tenteyle kapanabilen modelleri de vardı. Kimi kabinlerin koltukları çıkarılarak, içleri eşya ve malzeme taşıyacak şekle de getirilirdi.
30. MİSAFİR ODASI SARMAŞIKLARI: Evlerin oturma odalarında, evin hanımı tarafından, dalları pencere altlarını, pervaz kenarlarını, kirişleri, kısaca mekânı çepeçevre dolaşan sarmaşıklar yetiştirilirdi. Heybetli ve gösterişli bir saksıdan beslenen yeşil dallarına, kem gözlü misafir kadınlardan koruması maksadıyla, belli aralıklarla nazarlıklar da asılırdı. Odanın peyzajına yeşil rengi ve doğal görünümüyle pozitif katkıda bulunan bu sarmaşıkların yüzlerce yaprağına konan tozların teker teker silinmesi ev kadınlarını isyan ettirdiğinden olsa gerek, zamanla bu moda yok oldu ve küçük boy çiçeklere geri dönüldü.